12 Kasım 2014 Çarşamba

Minyatür Kağıdı

Ahmet Karahisari
Kur'an
Kaynak: http://commons.wikimedia.org
Minyatür kâğıdı, minyatür yapmak için işe başlamadan önce temin edilmesi gereken en önemli malzeme olarak nitelenebilir. İyi ve kaliteli bir kâğıt üzerine yapılmış olan minyatür, benzerleri arasında çok daha öne çıkan bir durumda olacaktır.
Menakib-i Hünerveran adlı eserinde Gelibolulu Ali, en iyi cins kâğıdın “Devletabadi*” olduğundan söz eder ve iyi bir çalışma için "Semerkandi" kâğıdından aşağı kaliteye itibar edilmemesi gerektiğini söyler.
Bu arada yine eskiye dair bir örnek olarak 15. yüzyılda Kâğıthane’deki kâğıt fabrikalarının ürünü "İstanbuli" adındaki kâğıtların da rağbet görmekte oluşundan söz etmek gerekir.
Elbette bugün bu kâğıtlar ve benzer isimlendirmeler mevcut değil. Ancak yine de iyi bir eserin ancak iyi bir kâğıtla mümkün olabileceği de tartışılmaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Minyatür sanatı söz konusu olduğunda, şeker beyazı, açık krem, süt mavisi ve tozpembe renklerdeki kâğıtlar beğeni ile kullanılmıştır. Görece daha koyu olanları ise daha çok minyatürün çevrelendiği pervaz süslemelerinde kullanıldığı bir kural olmasa da sıklıkla görülen bir durumdur.
Osmanlı minyatür sanatında aslında beyaz olan kâğıtlar farklı cinste de olsalar bitkisel veya madeni boyalarla boyanmaktadır. Boyama işlemi yapılırken üstten sürme yöntemi kullanılsa da çoğu zaman daldırma (banyo) yönteminin uygulandığı görülür.
Boya işleminin ne suretle yapıldığına bakılmaksızın öncesinde kâğıtların şaplı suya daldırılarak kurutulmasında büyük yarar bulunmaktadır.
Sürme usulü ile kâğıt boyanırken bir mermer tezgâh üzerinde toz boya bir miktar sirke eklenerek destezenk** yardımı ile ezilir. Nişasta muhallebisi yapılarak buna karıştırılır. Bir sünger ile veya el ile iyice yedirilerek sürülür. Gölgede kurumaya bırakılır. Suyu iyice çekilmeye başladığında kırışmaması için bir ağırlık altına alınır.
Banyo yöntemi kâğıt boyama amacıyla kullanılan en iyi yöntemdir. Kâğıtta ton farkının oluşmaması en avantajlı yanıdır. Bu maksatla öncelikle renk veren bitkiler zevke ve isteğe göre seçilir. Gelincik, ıhlamur, safran, çay, kına gibi bitkiler suyun içerisine konularak uzun uzadıya kaynatılır. Suya yeterince renk çıktıktan sonra içerisine bir miktar şap ilave edilerek yeniden kaynatılır. Bu su daha sonra kenarlı ve genişçe bir tepsiye alınarak kâğıtlar bu suyun içerisine daldırılarak banyo yaptırılmış olur. Suyun süzülmesi amacıyla bir köşesinden asılarak kurutulur.
Boyama işlemi yapılırken kâğıtların aharlanmamış olmasına dikkat edilmelidir. Çünkü aharlanmış kâğıtlar boya tutmaz.
Bir başka kâğıt boyama yöntemi ise “Akkase” olarak adlandırılır. Daha çok eski eserlerde kullanılan bu kâğıtların ortada kalan metin kısımları ile kenarları farklı renkte olmaktadır. Bu amaçla kâğıt önce tamamen istenen renge boyanır. Daha sonra ortadaki metin kısmı Arap zamkı ile kapatılarak farklı renk boya ile daldırma yöntemiyle boyanır. Arap zamkı sürülen bölge yeni boya ile boyanmayacağından iki renkten müteşekkil bir kâğıt elde edilmiş olur.
Bu şekilde kâğıt elde etmenin bir başka yolu da kâğıdın ortada kalan kısmına şap sürmek olmaktadır. Anca burada şapın kıvamını iyi ayarlamak ve aynı homojenliği sağlamak önemlidir. Aksi halde dalgalı ve hoş olmayan görünümlü bir kâğıt meydana gelir.
Minyatür sanatında kullanılan kâğıtları boyamaya yarayan bazı bitkiler ve bunlardan elde edilen renklere örnek vererek bu yazıyı bağlayalım. Badem yaprağından altın sarısı, susam çiçeğinden çimen yeşili, nohut unundan nohudi, gelincik çiçeğinin içerisine bir miktar şap konursa mavi, soğan kabuğundan samani, ceviz yaprağından kahverengi, mürver yemişinden mor, menekşe yaprağı ve mürver çiçeği tohumundan açık mavi renkler elde edilebilmektedir.
*Devletabadi: İpekten yapılan bir tür kâğıt olup Hindistan’ın Devletabad şehrinden köken alması dolayısıyla bu adla anılır.

**Destezenk (Destesenk): Ezme işleminde kullanılan mermer veya billurdan yapılmış alete verilen addır. Somaki, porselen ve benzer sert taşlardan yapılır ve boya ezmede kullanılır.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Osmanlı Öncesi Türk Minyatür Sanatı

Havarnak Kalesinin Yapılışı
Behzad
Kaynak: www.wikipedia.com
Osmanlı öncesi Türk minyatür sanatının ilk örneklerine Uygur Türklerinde rastlamak mümkündür. Orta Asya’da 745-1300 yılları arasında resmedilmiş ve günümüze ulaşmış bulunan bazı yapraklarda Manihaizm’in etkili olduğu bu eserleri görmek imkân dâhilindedir.
Berlin Devlet Müzesi koleksiyonlarında, Haça’da yapılan kazılarda elde edilmiş bulunan Manihaist yapraklar bulunmaktadır. Bunların iki tanesi konu ve kompozisyonları bakımından son derece dikkate değer eserlerdir. Uygur hakanlarından muhtemelen Böğü Kağan’ın Mani dinini kabul edişi ile beyaz giysili kâtipler ve rahipler eşliğinde yapılan törenlerin resmedildiği bu eserler son derece önemli ve değerli eserlerdir.
Uygur sanatçılarına ait bu figürler, Doğu Türkistan bölgesindeki duvar resimlerinde görülen uzun saçlı, ufak ağızlı ve dolgun yanaklı, ince uzun burunlu ve çekik gözlü Uygur eserlerine çok benzerlik gösterir.
Mısır’da Fatımi’ler dönemine ait olduğu düşünülen ve Foyyum ve Fustat’ta bulunan resim parçaları X ve XI. yüzyıllarda da kitap ressamlığının olduğunu düşündürür. İslam sanatında minyatürlü süslemelerin XI. yüzyıl sonlarında var olduğu bilinirse de bu örnekler daha önceki tarihlerde de kitap süslemeciliğinin varlığının işaretleridir.
Ancak bu işin sistemli olarak kitap hazırlama tekniğine dönüşümü Halife Memun dönemine (813-833) rastlar. Geç antik döneme ait bu eserler çevrilirken içerisindeki resimler de kopyalanmıştır. Günümüze ulaşan bu antik eserlerin kopyaları XI. yüzyıl Selçuklu Dönemine ait olanlarıdır.
Selçukluların Anadolu’ya gelmeleri İslam minyatürü üzerinde Türklerin etkisinin artması anlamına gelmektedir. Hatta bu dönem, Selçuklu resim üslubu olarak adlandırılacak kadar güçlü bir etki altına alınmıştır.
Antik kitapların bu döneme ait ilk kopyalarında Bizans etkisi belirgin bir şekilde izlenir. Dönemin bilimi konu alan kitaplarında Uygur kökenli ve Selçuklu tiplerine ilaveten gündelik kompozisyonlara da rastlanır.
Son derece önemli ve çok bilinen Beydaba’nın Kelik ve Dinme ile Hariri’nin Makamat adlı yapıtları bu dönemin başlıca eserlerindendir.
Anadolu’da minyatür sanatının gelişiminde Mevlana ve müritlerinin de önemli destekleri olmuştur. Artuklu emirleri tarafından desteklenen resim sanatçılarının eserleri o dönemde (Amed) Diyarbakır’da oldukça yaygın haldedir. Paris Ulusal Kütüphanesinde bir nüshası korunan Hariri’nin Makamat adlı eseri de yine Artuklu desteğinde hazırlanmış eserlerden kabul edilir.
965 senesinde Sufi’nin yıldız bilimine dair yazdığı Surar el Kavakıb es Sabıta isimli eseri de yine bu dönemin oldukça önemli bir parçasıdır. Selçuklu resim üslubunu taşıyan eserde siyah mürekkep ile yapılmış ve renklendirilmemiş tasvirler de yer alır.
Anadolu Selçukluları döneminde resim sanatının en önemli örnekleri arasında Konya’da XII. yüzyıl başlarında Hoy’lu Abdülmümin bin Muhammed adlı nakkaş tarafından resmedilen Varka ve Gülşah adlı eser bulunmaktadır. Mesnevi tarzında ve tek nüsha olan eserde tüm öykü ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmeye çalışılmıştır.
Anadolu Selçuklularından günümüze ulaşan en son minyatürlü yazma eser Nasreddin Sivasi’nin tezkeresidir. Üç bölümden oluşan eserin ilk bölümü astroloji ve sihirle ilgilidir. İkinci bölüm Aksaray’da 1271 yılında yazılmıştır. Üçüncü bölüm ise Kayseri’de yazılmış ve Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev’e ithaf edilmiştir. İkonografyasında iç Asya etkileri ile Bizans esintileri içeren son derece önemli ve bir o kadar da ilginç bir eserdir.
XIII. yüzyılda Konya’da Mevlana müritlerinden Ahmet Eflaki Dede’nin Menakıb-ül Arifin adlı eserinde yine Mevlana müridi olan Kalüyan ile Aynüddevle’nin sanatlarındaki ustalık dereceleri anlatılır. Mevlana’nın yirmiye yakın pozunun Aynüddevle tarafından çizildiği yine aynı eserde ifade edilir.

Bütün veriler ışığında yapılan değerlendirmelerde sonuç olarak Artuklu ve Selçuklu himayesinde gelişen Osmanlı Öncesi Anadolu Minyatür Sanatının ilk örnekleri, XII ve XIII. yüzyıllarda daha çok bilimsel eserlerde kendisine yer bulmuştur.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Minyatür Sanatında Hayvan Figürleri 2

Çılgın Bir Deveden Kaçan Adam
Falname
Kaynak: Marmara Üniversitesi E Dergi
Minyatür Sanatında Hayvan Figürleri 1 başlığı ile hazırladığımız bir önceki makalemize kaldığımız yerden devam edeceğiz. Yazma eserlerde tamamlayıcı ve anlam güçlendirici unsurlar olarak kullanılan hayvan figürlerinden ejderha, simurg, kuşlar, horoz ve geyik ile ilgili ana hatlarıyla bilgiler verdiğimiz bu yazıya yukarıdaki linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Bu yazıda minyatür sanatı açısından yine çeşitli anlamlar atfedilen ve bu şekilde tasvir edilen hayvanlardan söz edeceğiz. Bunu yaparken derinlemesine analizler yerine başlıklar halinde yüklenen anlamların neler olduğuna yönelik bilgiler vermeye çalışacağız.
Kilin; at biçimli gövdesi ve alnının ortasındaki tek boynuzu ile tasavvur edilen bu yaratığa Çince Chi Lin, eski Türkçede ise Kelen denilmektedir. Bütün hayvanların niteliklerinin tek bir hayvan üzerinde toplanması ile karakterize edilmiştir. Sivri boynuzundan hareketle bir gergedan olabileceğine dair yorumlar da mevcuttur. Uzun ömür, mutluluk, başarı, refah, şöhret gibi birçok olumlu ifadenin temsili olarak resmedilir.
Aslan; hayvanların mücadele sahnelerinde göğü temsil eder ve kazanan tarafı simgeler. Aydınlık-karanlık, iyi-kötü gibi kavramlar arasında iyi olan tarafın temsilcisi olarak resmedilir. Savaş, zafer, iyinin kötüye karşı galibiyeti, kudret ve kuvvetin simgesi olarak tezahür eder. Türk sanatında İslam öncesi ve sonrası aslan figüre yaklaşık olarak aynı izi takip eden bir konuma sahiptir. Topkapı Sarayı H.1703 numaralı Falname isimli eserin aslan figürlü minyatürü olarak sergilenmektedir.
Koç; İslam sonrası eserlerde olduğu gibi gücün, hâkimiyetin, kuvvet ve yiğitliğin sembolize edildiği bir figürdür. Kurban edilişi de bolluk ve berekete dair esintiler içerir. Ayrıca İslami eserlerde kurbanın ve ölümün ifadesi olarak da ele alındığı görülür. Hz. İbrahim’in Hz. İsmail’i kurban etmeye hazırlandığı sırada Allah’ın bir melek aracılığıyla gönderdiği koçu tasvir eden minyatür, Topkapı Sarayı Müzesinde Falname isimli eserde bulunmaktadır.
Kedi ile Türk topluluklarının ilişkisinin ilk olarak nereye dayandığı tam olarak tespit edilemeyecek kadar eskidir. Aslan, kaplan gibi aynı familyadan olan yırtıcılarla benzerlik kurularak, onlardaki gücü taşıdığı varsayılarak resmedildiği görülebilir. Ancak bununla birlikte küçük oluşu ve köpek gibi hayvanlara karşı güçsüz oluşu nedeniyle kurnazlık, hilekârlık, nankörlük figürü olarak da tasvir edilmiştir. Varka ve Gülşah adlı eserde altı minyatürde kedi görülür ve üzüntü, ayrılık, zalimlik, kötü şans, açgözlülük ve ihanet gibi kavramları ifade etmek üzere resmedilmiştir.
Maymun; İslamiyet’ten önceki ve sonraki dönemlerde çevikliği ve zekâsı ile tanınmış ve ön plana çıkmıştır. Maymun 12 hayvanlı Türk takviminde yıl sembolü olarak bilinir. İslamiyet sonrası eserlerden olan Tuhfetü’l Müneccimin ve Marifetname isimli eserlerde yer alan açıklamalara göre maymun yılında yankesicilik, hırsızlık, savaş, hastalık ve fitne çok olmaktadır. Kelile ve Dimne isimli eserde anlatılan maymun ve kaplumbağa hikâyesinde de maymunun çabuk kavrayışına dair bir kıssa bulunmaktadır.
Tavşan; yine Kelile ve Dimne isimli eserde kurnazlık ve iyi şans sembolü olarak anlatılmaktadır. Varka ve Gülşah minyatürlerinde birçok yerde şans olarak ifade edilse de 66. minyatürde ölümün ve saadetin kaybedilişinin timsali olarak resmedilmiştir. Yine benzer bir şekilde 16. minyatürde talihsizliğe, 57. minyatürde ise talihsizlikten talihli olma durumuna geçişi ifade eden bir figür olarak yer almaktadır.
Topkapı Sarayı Müzesinde H.1703 numaralı yazma eser olan Falname’de, çılgın bir deveden kaçan adam minyatüründe sığınacak yer arayan adam kendini bir kuyuya atar. Kuyudaki ejderha ağzını açmış adamı beklemekte, ayaklarını bastığı yerde ise dört yılan bulunmaktadır. Tutunduğu dalları ise iki fare kemirmektedir. Hikâyede kuyu, dertleri, afetleri, kısaca dünyayı temsil eder. Dört yılan insan bedenindeki safra, sevda ve balgamı, ejderha mukadder sonu, ömrü tüketen gece ve gündüzü fareler temsil etmektedir. Çılgın deve ise, adamı nefsine uymaya zorlayan şeytanı temsil eder.

Sonuç olarak minyatür sanatı sembolizm üzerine inşa edilmiş bir sanat dalıdır. Anlatılan konuyu güçlendirmek ve desteklemek üzere hayvan figürlerinin kullanılması bu sanatın sembolizm gücünün ifadesi olmaktadır. Bu figürlerin, gerçekçi bir tarz yerine her zaman remizlerinin kullanılarak ifade edilmesi bu gücün bir ifadesi olmaktadır. Google arama motorunda küçük bir arama yapıldığında minyatür sanatında hayvan figürleri ile ilgili örneklere kolaylıkla ulaşılabilmektedir.

6 Ekim 2014 Pazartesi

Minyatür Sanatında Hayvan Figürleri 1


Kelile ve Dimne
Beydeba
Kaynak: Marmara Üniversitesi E Dergi
Minyatür sanatında hayvan figürleri sıklıkla kullanılmış ve her birine kendine özgü anlamlar yüklenmiştir. Yazma eserlerde kullanılan bu figürler ile anlam güçlendirmesi sağlanmaya çalışılmış, kimi zaman da tamamlayıcı unsur olarak kullanılmıştır.

Genel olarak yazma eserlerde anlatılan konular minyatür sanatı ile desteklenmiş, böylelikle metni açıklayan ve anlaşılmasını kolaylaştıran bir işleve sahip olmuştur. Kullanılan figürler, yerleşimleri, aralarındaki etkileşim ve ilk bakışta görülenin ötesindeki anlamları da düşünülerek kullanılmış ve böylelikle oldukça derin anlamlar taşıması sağlanmıştır.

Konuları doğrudan hayvanlar ve hayvan hikâyeleri olan Kelile ve Dimne ile Cahiz’in Kitabü’l-Hayevan gibi eserler en güzel hayvan tasvirlerinin bulunduğu eserler olarak bilinir.

Hariri’nin el- Makamal’ı, Nizami’nin Hamse’si ve Sa’di’nin Gülistan isimli eserleri de aslında doğrudan hayvanları konu almasa da yine en güzel hayvan tasvirlerinin bulunduğu nadide eserlerdendir.

Efsanelerden kaynaklanan veya doğada bulunan hayvanların simgesel anlamları ile birlikte kullanılması sayesinde kitap süsleme sanatındaki anlatım zenginliği çok üst seviyelere taşınmıştır.

Marmara Üniversitesi E Dergi Sistemi referans alındığında minyatür sanatı açısından en çok kullanılan hayvan figürleri ve simgesel anlamları ise şöyle ifade edilebilir.

Ejderha; daha çok Çin ve Japon mitolojisinde kullanılır. Çin mitolojisinde akarsu ve yağmurların tanrısıdır ve gök gürültüsü onun eseridir. Ejderha’yı Araplar Tanin, Moğollar Moghur, İngiliz ve Fransızlar Dragon, Çinliler Lung, İranlılar Ejderha, Almanlar ise Drache olarak adlandırmaktadır. Türklerin erken dönemlerinde ejderha figürü bereket, güç ve kuvvet simgesi olarak kullanılmıştır.

Simurg; otuz kuş anlamına gelen (si= otuz ve murg= kuş) Farsça bir terimdir. Arapça Anka ve Türkçe Zümrüdüanka olarak adlandırılan kuş ile özdeş bir simgedir. İslam öncesi ve sonrası dönemlerde sıklıkla kullanılan bir yere sahiptir. Kaf Dağında oturan Simurg, tepede abanoz sandal ve öd ağacından yapılmış köşke benzer bir yuvaya sahiptir. Ferideddin-i Attar Mantıkü’t-Tayr adlı eserinde Vahdet-i Vücud ilkesini simurg üzerinden ifade etmektedir. Türk mitolojisinde Er Töştük Destanındaki karakuşun simurg ile benzerliği son derece dikkat çekicidir. Topkapı Sarayı Müzesinde yer alan Firdevsi’nin Şehname’sinde simurg’un dağdaki yuvasına Zal’i götürdüğü resmedilen bir minyatür bulunmaktadır.

Kuşlar; İslamiyet öncesi Türk sanatında çok ruhu temsil ederken İslamiyet sonrasında bazı değişikliklere uğramıştır. En önemli Türk Kültürü eserlerinden birisi olan Dede Korkut kitabında kuş ve kuş ile sembolize edilen pek çok şey bulunmaktadır. Deli Dumrul hikâyesinde ise Azrail’in güvercin ile sembolize edildiği görülür. Burada güvercin ölümü sembolize ederken kuğu birçok durumda bereket ve refahın, turnalar yardımseverliğin, turaçlar ise yaz aylarının simgesi olmuştur. Baykuş tasvirleri de Türk minyatür sanatı içinde sıkça karşımıza çıkan bir ögedir. Çoğu zaman uğursuzluğu sembolize ettiği düşünülür. Karga da minyatürlerde çoğu zaman olumsuz olarak anlamlandırılan kuşlardan birisidir. Bıldırcın ise çoğu kez aptallığı ifade eden bir sembol olarak karşımıza çıkar. Kutadgu Bilig’de ördek, kaz, keklik, bülbül ve geyik gibi hayvanların bahar ile özdeşleştirildiği bilinir.

Horoz; Türk sanatının en eski dönemlerinde ve sonraları da minyatür eserlerinde kendisine yer bulmuş hayvanlardan bir tanesidir. Ötüşünün sabahı işaret etmesi nedeniyle tan yerinin ağarması ve gecenin kötü ruhlarının kovulması bu şekilde anlatılmaktadır. Horozun asalet, sabır, nezaket ve cömertliği sembolize eden haline ise Varka ve Gülşah minyatürlerinde rastlanır. Ayrıca horozun cesaret, dürüstlük, savaşçılık, nezaket gibi vasıflarla ifade edildiği minyatür eserler de mevcuttur.

Geyik; çoğu zaman kavram çifti halinde kullanılmış ve hayvan çiftlerinden birisi olarak resmedilmiştir. Bunun en önemli örneklerinden birisi Topkapı Sarayı Müzesinde H.2169 numaralı eserdir. Bu eserde bir aslan geyiğe saldırmıştır ve onu yerken tasvir edilmiştir. Bu şekilde kavram çiftlerinden olumsuz olanı ifade edilmiş olmaktadır. Birçok hikâyede geyik, huzur, mutluluk, barış, sevgi ve sevgilinin ifade ediliş şekli olmuştur.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Osmanlı'da Minyatürlü Yazma Eserler

Hasht Behesht
Pers Minyatürü
Kaynak: www.wikipedia.com
Osmanlı’da minyatürlü yazma eserler sekiz ana başlık altında toplanabilir. Osmanlı Minyatür Sanatının Konuları ile ilgili olan bu sınıflandırma elbette bazı bakış açılarına göre farklı tasnifler ve farklı nitelemelere de açıktır.
Edebiyat eserlerinde minyatür, çok çeşitli ve en sık rastlanan örneklerin olduğu alandır. Bu alandaki eserlere çoğunlukla 15 ve 16. yüzyıllara ait olarak rastlanır ve 17. yüzyılda artık eski önemini yitirdiği görülür. Türkçe veya Farsça divanlar, mesneviler, hamse denilen beşli mesneviler, atasözleri, şiir ve öykü derlemeleri bu gruba dâhil edilebilecek önemli başlıklardandır.
Şemseddin Muhammed bin Abdullah Nişapuri’ye ait olan Külliyat-ı Kâtibi, Ahmedi’nin İskendernamesi, Şeyhi'nin Hüsrev’ü Şirin’i, Firdevsi’nin Süleymanname’si bu alana dâhil başlıca eserlerdendir.
Yine edebiyat konulu eserlerden, Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun’u, Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevisi ile Firdevsi Şehnameleri gibi temel bazı yazmaları içeren Mahmud Gaznevi’nin Mecmua-i eş’ar adlı eseri, 17. Yüzyılın ilk yarısına ait önemli eserlere bir örnek olarak verilebilir.
Resimli edebiyat yazmalarının 18. Yüzyıla ait örnekleri son derece azdır. Uzun Firdevsi’nin Davetname adlı eseri bu döneme ait bir örnektir.
Tarih eserlerinde minyatür, iki başlıkta toplanan bir yapıda göze çarpar. Bunlar şehname ve gazavatnamelerdir.
Şehname, resim üslubunun belirlenmesi ve döneminin önemli olaylarının belgelenmesi açılarından son derece önemli eserlerden sayılmaktadır. Gelişiminde Fars dili ve edebiyatının son derece önemli bir rolü olduğu bilinir. İranlı şair Firdevsi’nin Şehnamesi, birçok öykü anlatıcısı tarafından anlatılmış ve nakkaşlar tarafından da resmedilmiştir. Kanuni döneminde şehnamecilik unvan olarak kabul edilmiş ve bu durum 4. Murad dönemine kadar devam etmiştir.
Kanuni döneminde Şükrü Bitlisi’nin Selimname adlı eseri, Arifi’nin Enbiyaname adlı eseri ile Osmanname ve Süleymanname zamanın başlıca eserlerinden sayılır.
Şehnamecilik II. Selim ve III. Murad dönemlerinde en verimli zamanlarını geçirmiş ve minyatür sanatı için klasik Osmanlı üslubunun oluşumu bu zamanda tesis edilmiştir. Nakkaş Osman yönetimindeki nakkaşlar grubu tarafından Tarih-i Sultan Süleyman, Şehname-i Selim Han, Şehname-i Sultan Murad, Hünername gibi eserler bu dönemde ortaya çıkarılmıştır.
Gazavatname, konusu savaşlar olan manzum veya mesnevi formunda yazılmış, padişahlara ilaveten vezirlerin, kumandanların serdarların gazalarını, başarılarını, fetihlerini anlatan türe verilen isimdir.
Gazavatname türünde verilmiş ilk eser, Matrakçı Nasuh tarafından resmedilmiş Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn adlı Kanuni Sultan Süleyman Hanın Irak seferini anlatan eseridir. Bu alanda Matrakçı Nasuh tarafından resmedilen bir başka eser de Tarih-i Sultan Bayezid’dir. Tarih-i Feth-i Şikloş ve Estergon ve Estonibelgrad adlı eser de yine Matrakçı Nasuh tarafından yazılarak resmedilmiş bir başka örnektir.
Nakkaş Osman tarafından resmedilen Nüzhet’ül Esrar’ül ahbar der sefer-i Sigetvar adlı eser klasik Osmanlı tarzının başlıca eserlerinden kabul edilir
Silsilenameler, Osmanlı’da minyatürlü yazma eserler başlığı altında inceleyeceğimiz üçüncü grup eserdir. Osmanlı padişahlarının Hz. Âdemden itibaren soylarını din ve tarih büyüklerine bağlayan resimli yazmalara silsilename adı verilmiştir. İlk örneği III. Mehmed döneminde Bağdat’ta hazırlanmıştır. Metinde yer alan peygamber ve hükümdarlar birer madalyon içerisine resmedilmiş ve bağı ortaya konmak için çizgiler ile birleştirilmiştir.
Silsilename türü 7. Yüzyılın ortalarında kesintiye uğramış ancak bu yüzyılın sonlarında Musavvir Hüseyin’in çabalarıyla Edirne’de yeniden canlandırılmaya çalışılmıştır.
Sürnameler, Osmanlı Sarayındaki sünnet düğünlerinin resmedildiği eserlerdir. III. Murad döneminde hazırlanan Sürname-i Hümayun adlı eserde şehzade Mehmed’in sünnet düğünü ve şenliği anlatılmaktadır.
Peygamberler tarihi Cirf ve Tasavvuf, diğer örnekler gibi Osmanlı minyatür sanatı içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu alandaki ilk eser 1583 yılında Seyyid Lokman tarafından yazılmıştır. Peygamberler ve mucizelerine dair tasvirler Nakkaş Osman ve ekibi tarafından resmedilmiştir.
Bilim konulu eserler, tarih denizcilik, coğrafya, astroloji ve tıp gibi alanlarda daha çok görülür. III. Murad’a ithaf edilen Hadis-i Nev veya Tarih-i Hird-i Garbi adlı eserde Amerika’nın keşfi anlatılmaktadır. Bu eserdeki minyatürlerde yeni kıtadaki hayvan ve yerlilere ait tasvirler son derece ilginç ve önemlidir.
Gösterim amaçlı, hazırlanan eserler arasında çeşitli sanatçıların hazırladığı ve falcıların çoğunlukla kullandığı eserler yer alır. Falname bunların arasında en önemli olanıdır.
Albüm resimleri, başlığı altında ise eğlence, hamam, kahvehane, meclis gibi yerler tasvir edilmiş ve halkın konu edildiği başlıca eserlerin yer aldığı bir tür olarak tarihteki yerini almıştır.

Osmanlı’da minyatürlü yazma eserler tarihten günümüze bu değerli sanat dalının önemli kilometre taşlarından olup, minyatür sanatı ilgi alanına giren ve yeteneği olan kişiler için İsmek kursları son derece değerli ve önemli bir adres olarak hizmet vermektedir.

14 Eylül 2014 Pazar

Osmanlı Minyatür Sanatının Konuları

Fatih Sultan Mehmet
Gentile Bellini
Kaynak: wikipedia.com
Osmanlı minyatür sanatı içerisinde ele alınan konular çoğunlukla saray törenleri, padişahlar, savaşlar ile bazı İslami unsurlardır. Döneminin tarihi bir vesikası konumunda olan minyatür, bu bakımdan son derece önemli bir niteliğe sahiptir.


Cülus törenleri, yani padişahların tahta çıkışları minyatür sanatı açısından çok önemli bir konu başlığı olmuştur. Geniş törenler eşliğinde yapılan ve son derece önemli bir devlet geleneği halini alan şehzadelerin tahta çıkışları, her zaman geniş ilgi uyandırmıştır. Cülus ile ilgili ilk tasvirin Şehnâme-i Melik-i Ümmi’de yer alan ve II. Bayezid’in tahta çıkışını anlatan eser olduğu bilinmektedir.


Şehinşehname’nin ilk cildinde III. Murad’ın tahta çıkışı Nakkaş Osman tarafından minyatür olarak nakşedilmiştir. Ayrıca Şehnameci Arif’in Süleymanname’sinde Topkapı Sarayında yapılan cülus törenlerine ait minyatürler bulunur.

Muayede törenleri, yani bayramlaşmalar minyatür sanatının başlıca konuları arasında bulunur. Şehinşehname’nin ikinci cildinde yer alan Sadrazam Osman Paşa’nın ramazan bayramında erkân ile etek öpme tasviri bu konudaki önemli eserlerdendir.

Meclis olarak adlandırılan ve padişahın da katıldığı eğlencelerin tasviri, Osmanlı minyatür sanatı açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Süleymanname’de yer alan ve Edirne Sarayı köşklerinde Kanuni için düzenlenen bir eğlencenin tasviri bu konudaki önemli örneklerden birisidir.

Sarayda kabul törenleri son derece görkemli ve önemli ritüellere sahip günlerdendir. Bu nedenle bu özel günlerin tasviri de minyatür sanatı açısından çok kullanılan bir figür olmuştur. Süleymanname’de bu konuda önemli eserler mevcuttur. Ayrıca Nakkaş Osman tarafından yapılan Nüzhet (ü’l-esrâr) ü’l ahbar der-sefer-i Sigotuar adlı eser de son derece özgün ve bu konuda diğerlerinin arasında öne çıkan bir yapıdadır.

Hilat veriliş merasimleri Osmanlı’da son derece önemli bir yere sahiptir. Bu şekilde önemli olması nedeniyle birçok minyatür sanatçısı için ilham kaynağı olmuştur. Şehinşehname adlı eserin ikici cildinde hilat verilişi konulu altı adet minyatür yer almaktadır.

Divan toplantısı, Osmanlı Devletinde idare mekanizmasının en üst organı olarak işlev görmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in Teşkilat Kanunnamesi’ne kadar bu toplantılara padişahlar başkanlık ederken bundan sonra ise sadrazamlar başkanlık etmiştir. Süleymanname ve Hünername adlı eserlerde bu toplantılara, detaylarına ve ritüellerine dair çok sayıda minyatür bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı ile ilgili ilk tasvirlere Süleymanname isimli eserde rastlanmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta çıkış törenleri ile ilgili betimlemelerde Saray figürleri sıklıkla kullanılmıştır. Hünername isimli eserde III. Murad’ın annesi Nur Banu Sultanın naaşının cenaze alayı ile Topkapı Sarayı kapısından çıkarılışı tasvir edilmektedir.

Saray dışı hayat da minyatür sanatı açısından Osmanlı sultanlarının bir diğer tasvir ediliş biçimidir. Seferlere gidişler ve dönüşler, alay tasviri adı ile anılır ve yine Süleymanname adlı eserde ilk örneklerine rastlanır.

Otağda kabul konusunda verilen eserlerin ilkinde Yavuz Sultan Selim konu edilmiştir. Revan’daki otağında Bediüzzaman Mirza’yı kabul edişi bu betimlemede anlatılır. Selimname adlı eserde otağın çeşitli açılardan detaylarına yer verilmiştir.

Şenlikler de yine Osmanlı Minyatür Sanatı içerisinde önemli bir konu başlığı olarak ele alınmıştır. Surname-i Humayun adlı eserde Nakkaş Osman tarafından yapılan Sultan III. Murad’ın şehzadesi Mehmet’in sünnet tasvirleri bu alandaki önemli eserlerden bir tanesidir.

Cenaze konusu minyatür eserleri için çok önemli konuların başında yer alır. Selimname’de Osmanlı Hükümdarlarının cenaze törenlerine dair ilk örneklere rastlamak mümkündür. II. Bayezid’in cenazesinin nakli buradaki asıl unsurdur. Bu eserlerde İslam resim geleneği içerisinde ölüm ve cenazenin anlatımındaki renkler dikkate değer bir öneme sahiptir. Mavi, mor ve siyah kullanımı belirgindir. Hünername II’de Kanuni’nin ölümü ve naaşının getirilişine dair eserler mevcuttur.

Padişah portreciliği Fatih’in Bellini’ye yaptırdığı portre ile başlamış ve 19. Yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir. Nakkaş Osman ve Musavvir Hüseyin bu alanda oldukça önemli eserler vermişlerdir.

Minyatür sanatı açısından savaş ve kuşatma, av ve hüner, kent tasvirleri konuları da çok sayıda eserin bulunduğu önemli başlıklardandır.

 

5 Eylül 2014 Cuma

Tarihten Bugüne Minyatür Malzemeleri

Batı Tarzı Minyatür
Behzad
Kaynak: wikipedia.com
Minyatür malzemeleri tarih boyunca çok büyük değişime uğramamıştır. Neredeyse çoğu malzeme aynı şekilde kullanılmaya devam etmiş ve bu güzide sanat dalının geçmişten bugüne olan yolculuğu ayniyle sürmüştür. Elbette gelişen dünyada gelişen malzeme üretim ve elde etme teknikleri olmuştur. Ancak var olan değişikliklerin çok büyük olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Bu girizgâhın ardından söze ilk olarak minyatürde kullanılan boyalardan başlamanın uygun olacağını varsayıyor ve o şekilde başlıyoruz.
Minyatürde kullanılan boyalar genel olarak toprak boyasıdır. Boyaların tabii yani doğal olması tercih edilir. Sentetik boyaların kullanılması pek istenen bir durum değildir. Zira istenmeyen sonuçların doğmasına neden olur. Minyatür sanatı, yapım tekniği açısından boyaların üst üste sürülmesini gerektirmektedir. Sentetik boyaların bu şekilde kullanımı, birbirine karışarak renklerin başkalaşması sonucunu doğurabilir.
Toprak boyalar bir taş üzerine konulmak suretiyle yalnızca su ile eritilir. Ve ardından fincanlara konulur. Boyaların sabitliğini sağlamak amacıyla 16, 17 ve 18. yüzyıllarda yumurta sarısı kullanılmıştır. Yumurta sarısının ilavesi ile hem kalıcılık ve hem de ekstra parlaklık elde edilmiştir. Ayrıca bu şekilde hazırlanmış boyaların sürüldüğü yerlerde belli belirsiz kabarık bir doku sağladığı ve bunun da çok istenen bir durumun oluşmasını sağladığı bilinir. Bu boya ile yapılmış minyatürlerin renkleri fırında yapılan mineye benzer, çok canlı ve şeffaf bir görünümdedir. Yumurta sarısının bu faydaları yanında en sıkıntılı tarafı ise boyanın kurumasının ardından yeniden sulandırılma ve kullanma imkânının kalmamasına neden olmasıdır. Boya ile birlikte kuruyan yumurta akı, sulandırılsa dahi yeniden eski kıvama ve işleve dönemez ve bu şekilde hazırlanan boyaların kurumadan tüketilmesi gerekir.
Yumurta akının bu şekildeki mahzurları dolayısıyla bir süre sonra bundan vaz geçilmiş ve yerine tutkal kullanılmaya başlanmıştır. Benmari usulü eritilen tutkala bir damla saf pekmez veya iki damla üzüm suyu ilavesi ile hazırlanan boyaların tekrar su ile eritilerek kullanılması mümkün olabilmektedir. Bu şekilde pekmez veya üzüm suyu ilavesi ile hazırlanan boyalara mühre sürüldüğünde son derece parlak ve güzel bir hal almaktadır.
Minyatürde akarsular genellikle gümüş suyu ile yapılmıştır. Gümüş de aynen altında olduğu gibi eritilir ve kâğıt üzerine sürülüp mührelenirse aynen su gibi parlar. Ancak gümüşün içerdiği asit zaman içerisinde kararmasına neden olur. Günümüzde en çok kullanılan boyalar su bazlı ve sulu boya olarak adlandırılan boyalar olmaktadır.
Minyatürde kullanılan fırçalar eskiden her sanatkârın kendi yaptığı, kendi elinden çıkan fırçalar olurdu. Eskiden minyatür fırçaları üç aylık beyaz kedinin ense tüyünden yapılırdı. Bir dizi işlemden geçirilen bu tüylerden elde edilen muhtelif kalınlıkta fırçalar ilk zaman ince işlerde, bir müddet yıprandıktan sonra da boya sürmekte kullanılırdı.
Minyatürde kullanılan kâğıtlar yumurtalı ve aharlı diye anılan türlerde yapılırdı. Yumurtalı kâğıt yapılırken yumurtanın akı bir fincan içerisine konularak bir miktar şap ile karıştırılır. Karıştırma işlemi yumurta akının su kıvamına geldiği yere kadar sürdürülür. Daha sonra bu sıvı kâğıda sürülerek kurumaya bırakılır. Kâğıdın kurumasını müteakip çukur ve kuru cevizden mamul bir tahta üzerinde mührelenir. Mührelenen kâğıtta bir parlaklık ve saflık meydana gelmektedir ki, bu da minyatür ve diğer hat sanatları açısından son derece istenen ve arzulanan bir sonuçtur.

Aharlı kâğıt yapmak için ise şekersiz nişasta kâğıda sürülür ve aynen yumurtalı kâğıtta olduğu gibi mührelenmek suretiyle elde edilir. Nişasta ile yapılan kâğıttan yaldızlı kâğıt da elde edilebilir. Nişasta kurumadan evvel toz yaldız bir fincanın içine konur ve içerisine bir adet nohut atılır. Ardından fincanın ağzı bir bez ile kapatılır. Kâğıt üzerindeki nişasta henüz kurumadan fincanın içindeki yaldız kâğıdın üzerinde eşit dağılıma dikkat edilerek çalkalanmak suretiyle dolaştırılır. Nişastanın kurumasının ardından kâğıt mührelendiğinde kâğıdın parladığı gibi yaldızlar da son derece güzel bir şekilde parlar ve böylece yaldızlı kâğıt (zerefşan) elde edilmiş olur.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Ana Hatlarıyla Minyatür Tekniği

Leyla ile Mecnun
Nizami Uyarlaması
Kaynak: wikipedia.com
Hikâye, şiir ve tarihin canlı tercümanı mahiyetindeki minyatür, sanatçının muhayyilesinin birçok resim kaidesinden uzaklaşarak da olsa kâğıda dökülmesi ve resmedilmesi ile vücut bulan eski bir sanat dalıdır. Gerçekten de şiirde şair, imgeler, hayaller ve duygular ile canlılık ve akıcılık sağlarken, minyatürde sanatkârın duygularından ve hayallerinden müstesna olarak varlıkları resmettiği elbette söylenemez.
Şair kimi zaman sayfalar dolusu duygu ve düşünceyi birkaç dizeye sığdırmış ve sınırlı sayıdaki cümleden sayfalar dolusu duyguya ulaşmıştır. Aynı şekilde var olan, yaşanan olayları muhayyilesindeki dünya ile birleştirerek resmeden bir sanatçının da fırçası ile bunu başarıyor olması aynı şekilde mümkündür.
Minyatür tekniği nerede diyecek olanlara biraz sabır dileyerek söze devam edelim. Yine bir şair ve bir minyatür sanatçısı örneği üzerinden hareketle, şairin evvel zaman içerisinde bir sarayı, sarayın göz kamaştıran ihtişamını, saray yaşayışına dair ipuçlarını, padişahı, onun kudretini, azametini, ülkeyi ve nihayetinde de bir dönemi anlatıyor olduğunu varsayalım. Bütün bunları layıkıyla anlatabileceği bir şiiri kabiliyetine göre birkaç sayfaya sığdırabileceği kelimeler ile yazabilecektir.
Oysa aynı dönemi minyatür sanatı ile anlatmaya çalışan sanatkârın elindeki fırça ile bir sayfaya sığdırması gereken desenler, ifadeler, saray, ihtişam, kudret, azamet gibi hem somut hem soyut pekçok ögeden müteşekkildir. Minyatür sanatındaki perspektif, ışık-gölge, anatomi gibi birçok detaydan vazgeçilmesi hususunu yadırgayan, eleştiren hatta küçük görenlerin ihmal ettiği husus işte tam olarak bu olmaktadır. Sanatkâr bu sayede elindeki fırça ile onca geniş bir duygu, düşünce, eylem, olay ve tarih bütününü bir tek sayfaya sığdırmakta ve bunu da en az bir önceki örnekte yer bulan şair kadar iyi yapabilmektedir.
Bu eserde de aynen şiirde olduğu gibi azametli ve kudretli bir padişah vardır, yine çiçekler, kuşlar, ağaçlar ve saray vardır. Tüm duygu ve düşünceler tek sayfalık kâğıda dökülmüş hatta kimi zaman çok daha iyi anlatılabilmiştir. Perspektif ve benzeri birçok klasik resim kaidesinden vazgeçilmek suretiyle tüm bu geniş çerçeve tek sayfalık bir esere sığdırılabilmektedir.
Minyatür tekniği açısından vermeye çalıştığımız bu örneğin, minyatürün perspektif, plan ve diğer teknikler açısından resimden ayrışan noktalarını vurgulamaya yönelik olduğu herhalde kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bu noktada minyatürün şiirdeki mecazı temsil eden bir yerde konumlandığını da belirtmek gerekir. Ana resim kaidelerinden uzaklaşmakla şairin muhayyilesinde yer alan mecazları minyatürdeki çizimlerde ve bu çizimlerin birebir gerçekliklerinden sapmalar olarak görmek ve bulmak mümkündür. Bir örnekle izah etmek gerekirse, şair, sevgilisinin kaşlarını kaleme, gözlerini bademe ve dudaklarını kiraza benzeterek kelimelerini biçimlendirirken minyatürdeki şekil esnekliği sayesinde sanatkârın, sevgilisini dilediği şekilde detaylandırması ve mecaz olarak anlatması mümkün olabilmektedir.
Minyatür sanatı, çok geniş alanda eserler sunan ve o ölçüde geniş kesime hitap eden bir sanat dalıdır. Bu nedenle de derin bir inceleme araştırma gerektiren hususiyetler barındırmaktadır. Bir minyatür çoğu kez eski zamana, yani resmedildiği zaman dair, kılık, kıyafet, gelenek, görenek ve yaşayışa dair çok çeşitli detaylar sunar. Ve içerisinde öyle derin bir hayal gücü barındırır ki aynı resme her bakışta bir öncekinden farklı ve fazla unsurlar bulunabilir.

Minyatür tekniği asıl olarak incelik üzerine dizayn edilmiş bir sanat dalıdır. Saç ve sakal çizmek için nakkaş, fırçanın kılı en ince olanını seçer. Minyatürde asıl unsur ince çizgileri sabırla işleyerek bütünü elde etmek üzerine inşa edilmektedir. Saç ve sakaldaki incelikler, elbiselerin, desenlerin kıvrımlarındaki detaylar olmayan minyatür düşünülemez. Aksi durumdaki eserin minyatür olduğunu iddia etmek de zaten abesle iştigal olur.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Minyatür Sanatında İran İzleri

Şehname
Firdevsi
Kaynak: iranchamber.com
Minyatür, İran’da İslam öncesinde var olsa da İslami dönemlerde de varlığını ve önemini sürdürmüştür. İlhanlılar devrinden günümüze kadar taşınan örnekleri mevcuttur. Daha eskiye ait olanların Moğol istilaları başta olmak üzere çeşitli savaşların neticesinde yok olduğu ve günümüze ulaşamadığı tahmin edilmektedir.
Daha evvelinde hâkimiyetini sürdüren Çin tesiri, İlhanlılar döneminde Irak etkileri ile mükemmel bir terkibin bileşeni olmuştur. Tarih ve tabiat konularının asıl unsurlar olduğu İlhanlılar dönemi eserlerinde, Moğolların uzak doğu ile olan yakın temasının bir izdüşümü olarak Çin etkisi hemen ilk bakışta hissedilebilir durumdadır. Detaycılık ve renk kullanımındaki canlılık bu etkilerin başta gelenleri olarak sayılabilir.
Cami-ut Tevarih gibi anıtsal bir eserin müellifi olan Reşidüddin gibi usta sanatçıların atölyelerinin İlhanlı Sarayının himayesi altında olduğu bilinir. Özellikle İlhanlıların son dönemlerinde minyatür sanatı üzerindeki Irak etkisinin Çin etkisine oranla arttığı bir anlayışın egemen olmaya başladığı görülmektedir.
İlhanlıların ardından İran minyatürü mahalli devletlerin ve hanedanların himayesinde varlığını sürdürmüştür. İncû Hanedanı, Muzafferi ve Celayirli Devletlerinde oldukça renkli bir anlayışın geliştiği görülür. Cüneyd gibi çok önemli bir sanatçının da yaşamış olduğu Celayirli devrinde Çin etkilerinden kurtulan minyatür sanatı, gelecek dönemler için bir temel teşkil etme noktasına ulaşmıştır.
Timur döneminde Abdulhay adlı sanatçının idaresindeki saray atölyesi son derece önemli eserler vermiştir. Şahruh devrinde Herat ve Şiraz ekolleri oluşmuş, XV. yüzyıl ortalarına doğru Semerkant’ta Uluğ Bey çevresinde bir başka minyatür ekolü doğmuştur.
Timurlu devrinde Hüseyin Baykara zamanında Herat’ta minyatür sanatının zirve yaptığı görülür. Timurlu devrinde minyatür, şiirsel ve ihtişamlı bir bakış açısının sembolize edildiği ve sufiliğin de desteğini alan saraylı bir anlayıştadır. Bu anlayışın Safevi devrinde de sürdürüldüğü görülür.
Saray dışında ticari anlamda minyatür faaliyetinin var olduğu Safevi devrinin en bilinen ustaları arasında Sultan Mahmud, Ağa Mirek, Şeyhzade, Mirza Ali, Muzaffer Ali, Sadıki, Rıza-i Abbasi, Safi, Muhammed Yusuf, Muhammed Kasım gibi isimler yer alır. Safevilerin son dönemlerinde minyatür sanatı üzerindeki Avrupa etkileri giderek artmaya başlamıştır. Bu dönemde öne çıkan sanatçılar arasında Muhammed Zaman, Muin Musavvir ve Muhammed Ali, Ali Kuli Cebbar gibi son derece önemli eserler vermiş kişiler sayılabilir.
Kaçar hanedanı dönemi İran’ında ise Avrupa tarzı resme intikal edildiğini söylemek yanlış olmaz. Mirza Baba, Mehr Ali gibi ressamlar çoğunlukla yağlı boya tablolar ve bununla da şah ve etrafını resmetmişlerdir. Özellikle XIX. yüzyıl ortalarından itibaren İran resmi giderek artan bir şekilde Avrupa etkisi altına girmiştir.
Osmanlı Devletinin erken dönemlerine ait eserler olarak kabul edilen ve XV. yüzyıl ortalarında Edirne’de hazırlanan Külliyat-ı Katibî, Dilsüzname ve İskendername gibi eserlerin resmedilmesinde Şiraz’dan Edirne’ye gelen bir grup sanatçının emeği ve göz nuru bulunmaktadır. Türk asıllı nakkaşlarla işbirliği halinde yürütülen çalışmalar dönemin önemli eserleri arasında yer alır.
1465 yılında Amasya’da hazırlanan Cerrahiye-i Hakaniye (İlhaniyye), kimileri tarafından taşralı bir üslup olarak anılsa da bazı cerrahi işlemleri çizgisel bir ifade ile oldukça açık ve yalın bir şekilde ifade eder.

Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı adlı romanında minyatür ustalarının hayatını konu almaktadır. Bu romanda anlatılan ve gözlerine iğne batırarak kendini kör eden Behzad, minyatür sanatı açısından adını anmadan geçilemeyecek bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. 1450 yılında Herat’ta doğan, tam adıyla Kemaleddin Behzad Heravî olan sanatçı, nakkaşların piri olarak anılır. 1486 yılında Timurlu Devletinin baş nakkaşı olsa da 1506’da Şah İsmail’in Herat’ı işgali ile Safevilerin emri altına girmiştir. 1522 yılında ise Tebriz’de Hanedan kütüphanesinin başına getirilmiştir. Burada ölümüne dek elyazması kitapları mükemmel yeteneği ile süslemeye devam etmiş ve ömrünü bu şekilde tamamlamıştır.

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Osmanlı Minyatür Sanatı

Osmanlı Minyatür Sanatı, kitap süslemeciliğinden köken alan hat, nakş, tezhip, ebru ve cilt gibi tamamının birbiri ile ilişki halinde bulunduğu geleneksel süsleme sanatları arasında yer alır. Çoğunlukla padişaha ve rütbe bakımından sonrasında gelen üst düzey erkâna takdim edilecek el yazması eserlerin yukarıda anılan diğer sanat dalları ile birlikte süslenmesinde kullanılmıştır.
Osmanlı’nın himaye altına alarak gelişimine öncülük ettiği ve nihayetinde özgün bir konuma taşınan Minyatür Sanatı, II. Mehmet ile I. Süleyman dönemleri arasında gelişmiş ve 18. yüzyıla kadar da önemli bir saray sanatı olarak varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı’dan, saraydan, sanattan söz edip de Nakkaşhane’den söz etmeden devam edilemez elbette. Fethin ardından hemen sarayın yakınında inşa edilen Nakkaşhane, oymacılıktan seramik ve minyatüre kadar çeşitli alanlarda çıraklıktan ustalığa kadar her kademede insanın yetişmesinde başrolü oynamıştır.
Özellikle 16. yüzyılda Herat, Semerkant, Şiraz, Tebriz ve Bağdat gibi dönemin önemli şehirlerinden getirilen usta nakkaşlar çok önemli işlere ve dönüşümlere imza atmıştır. Daha sonraları, Avrupa, Balkanlar ve Orta Asya’dan resim ustalarının kadroya duhulü, Osmanlı Nakkaşhane’sinin doğu ve batı kültürleri ile harmanlanmasının vesilesi olmuştur.
Osmanlı Minyatür Sanatı, gelişimi açısından Osmanlı’nın sanat ve edebiyatta etkisi altında kaldığı Fars kültüründen bağımsız olarak değerlendirilemez. İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Timurlar ve Memlukler minyatür sanatı açısından Osmanlılar üzerinde etkili olmuşlarsa da son dönemde asıl büyük ve belirleyici nitelikteki etki Fars kültüründen gelmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra Edirne Sarayından getirdiği Nakkaşhane’yi İstanbul’da yeniden ve daha güçlü bir şekilde tesis ederek aslında imparatorluk vizyonunu ve bu vizyona dâhil olan sanat anlayışının ulaştığı noktayı da ortaya koymuştur. Bu çerçevede İmparatorluğun tüm topraklarından sanatçı ve sanata kabiliyetli kişilerin burada toplanmasının yanı sıra İtalyan ve Venedikli birçok sanatkârın İstanbul’a gelmesi ve üretimlerini burada sürdürmesi sağlanmıştır. Costanzo da Ferrara ve Gentile Bellini Venedik’ten İstanbul’a gelen önemli sanatçılar arasında yer alır.
II.Mehmet (Fatih)
Nakkaş Sinan Bey
Kaynak: wikipedia.com
Bellini’nin yapmış olduğu meşhur Fatih portresi, Osmanlı Minyatür Sanatı açısından önemli bir yere sahip olmuştur. Bu sayede portre, daha önce bundan uzak duran Nakkaşhane’nin repertuvarına dâhil olmuş ve Nakkaş Sinan Bey ve öğrencisi olan Ahmet Şiblizade portre alanında uzman kişiler haline gelmiştir. Bu şekilde oluşan akımın bir başka önemli olarak irdelenebilecek özelliği, gölgeleme ve perspektif tekniklerinin minyatür sanatı ile birleştirilmesi ve artık Osmanlı Minyatür Sanatı olarak adlandırılan ekolün doğması olmuştur.
Bu evreden sonra özellikle I. Selim dönemi, Nakkaşhane’de önemli değişimlerin yaşanmaya başlamasıyla anılır. 1514 Çaldıran zaferinin ardından yenilen Safevi Devletinin başkenti Tebriz ele geçirilmiş, şehirde çok uzun süre kalınmasa da buradaki çok sayıda önemli sanatçının İstanbul’a gelmesi sağlanmıştır. Daha evvel var olan daha küçük etkilerine nazaran bu defaki Pers etkisi, bu hamle ile Osmanlı Minyatür Sanatı üzerinde çok daha fazla tesirli hale gelmiştir.
Tebriz’den gelen ressamların etkisi altında kalan sanatçılar, buranın detaycı süsleme özellikleri ve dokusunu daha çok yansıtmaya başlamıştır. Minyatür sanatı üzerine Fatih döneminin batı tesiri altında kalınması ile gerçekleşen değişim evresinden sonra ikinci etkileşim evresi de bu şekilde gerçekleşmiştir.
Osmanlı Minyatür Sanatı üzerinde yaşanan üçüncü büyük değişim ve etkileşim, donanmanın Akdeniz’de egemen olması ve bunun doğal sonucu olarak Akdeniz medeniyetleri ile girdiği etkileşim üzerine meydana gelmiştir. Osmanlı’da Kartografya, Portolan Harita ve deniz atlası gibi çizimler önceleri süslemeden uzak olarak yapılsa da sonraları bunların kitaplaştırılması ve mevki sahibi kişilere ulaştırılması sürecinde süslemeli ve kitap haline getirilmiş olanlarının yapımı revaçta olmuştur. Bu anlamdaki en önemli Kartografya eseri, I. Süleyman döneminde minyatür sanatı ile bezenmiş Kitab-ı Bahriye’dir.
İstanbul Tasviri
Matrakçı Nasuh
Kaynak: wikipedia.com
Harita çizimi ile minyatür sanatının birleştirilmesi konusunun en önde gelen şahsiyeti Matrakçı Nasuh olarak bilinir.
İmparatorluk döneminde minyatür alanında zirveye I. Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde ulaşılmış bulunmaktadır. Aradan geçen zaman içerisinde yukarıda sayılan üç etkileşim evresinin sanat dalı üzerindeki etkileri tamamen oturmuş, yerleşmiş, ayrıca fetihlerin sağladığı refah ve zenginlik dolayısıyla sanata verilen önem ve harcanan para son derece üst noktalarda olabilmiştir.
16. yüzyıl sonlarından itibaren Şehnamecilik denilen akım oluşmuş ve sarayda kendine yer edinmiştir. Efsanevi karakterlerin destansı öyküleri yerine minyatür sanatına hanedan mensupları konu edilmiş ve böylece uzun yıllar boyunca devam edecek bir sürecin önü açılmıştır.  Bu dönemin en meşhur sanatkârı Nakkaş Osman, Osmanlı Minyatür Sanatı’nın en önemli ustaları arasında gösterilir.
Fetihlerin ve zaferlerin azaldığı hatta durduğu 17. ve 18. yüzyıllarda buradan beslenen Şehnamecilik de duraklamış ve yerini Silsilenamecilik adı verilen yeni bir akıma bırakmaya başlamıştır. Hanedanın soy ağacının tasvirine dayalı bir içerik ile yaygınlaşan bu türün en önemli temsilcisi Musavvir Hüseyin olmuştur.
Osmanlı Minyatür Sanatı’nın son dönemindeki en büyük eserlerin sahibi Levni adıyla bilinen Abdülcelil Çelebi olmuştur. Surname-i Vehbi adlı kitabı içerisindeki minyatürler, kendisinin en parlak eserleri olup aynı zamanda bu kitap saray tarafından yaptırılan son minyatürlü el yazması olarak bilinir.

18. yüzyılın ortalarından sonra batı tarzı resim kollarının yaygınlaşmaya başlaması, fetih ve zaferler ile beslenen Osmanlı Minyatür Sanatı açısından hızlı bir geriye gidişin habercisi olmuştur.

10 Ağustos 2014 Pazar

Minyatür Nedir

İki Sevgili
Rıza Abbasi - 1630
Kaynak: wikipedia.com
Minyatür nedir sorusuna verilecek en uygun cevap, pek çoğu küçük boyutlu olan, çok ince bir şekilde detaylandırılarak işlenen resimlere ve bu resimlerin yapıldığı sanat koluna verilen isimdir denilebilir. Çoğu zaman doğuya ait bir sanat dalı olarak anılsa ve tasavvur edilse dahi birçok batılı kaynağa göre batının bu sanat dalında verilen oldukça eski eserlerinin varlığı inkâr edilemez. Doğu ve batıya ait olan minyatür resimler sanatsal anlamda pek fazla farklılık içermese de asıl göze çarpan ayrışma renkler, biçimsel farklılıklar ve konularda olmaktadır. Hem doğu hem de batı ekolünde dinin etkileri işlenen figürlerde ortaya çıkmakta ve eserin menşeine dair fikir verebilmektedir.
Türk minyatür sanatının batıdaki benzerlerinden ayrıldığı noktalardan birisi, çevresinde yer alan süslemelerdir denilebilir. Tezhip adı verilen bu süsleme sanatı, Osmanlı’dan günümüze önemli bir sanat dalı olarak varlığını sürdürmektedir. Doğu ve batı eserlerinin ortak noktası olarak boyutlarının küçüklüğünden söz edilebilir. Bunun sebebi ise daha çok kitap süslemek amacıyla yapılmış olmasından kaynaklanır.
Minyatür kelimesinin kökenine dair en çok üzerinde durulan tez, ortaçağ Avrupa kültürünü temel almaktadır. O devirde el yazması kitaplarda baş harflerin süslü yazılması ve çeşitli şekiller verilmesi yaygın bir adet halinde idi. Süslü yazılan bu harflerin kırmızıya boyanması da yine sık rastlanan bir diğer husus olarak göze çarpmaktadır. Latince minium adıyla anılan, renk tonu son derece güzel, elde edilmesi ve kullanılması oldukça kolay olan kurşun oksit, minyatür kelimesinin çıkış noktası olarak bilinmektedir.
Osmanlı döneminde resim, genellikle nakış veya tasvir olarak adlandırılmaktadır. Minyatür ise çoğunlukla nakış olarak bilinir. Minyatür sanatçıları için ise çoğunlukla resmi yapan veya ressam anlamlarına gelen nakkaş veya musavvir ifadelerinin kullanımı yaygındır.
İnsanlık tarihi içerisinde bulunabilen en eski minyatür örnekleri, papirüslerin üzerine yapılmış olarak Mısır’da bulunan ve M.Ö. 2. Yüzyıla ait olduğu tespit edilenlerdir. Yunan, Roma, Bizans el yazmalarında ve daha sonraları Hristiyanlığın yayılması ile birlikte el yazması İncil süslemelerinde sıklıkla minyatür figürlerine rastlanır. 12. Yüzyıldan sonra Avrupa’da sadece dinsel değil din dışı figürler de işlenmeye başlamıştır. 17. Yüzyılda ise fildişi üzerine yapılanlar ön plana çıkmaya başlamıştır. Bir dönem yaygınlığını kaybederek geleneksel el sanatları formuna dönüşse de Selçuklular Döneminde yeniden ön plana çıkmıştır. O dönemde İran ile ilişkilerdeki yoğunluk bu sanatın İran etkisi altına girmesine neden olmuştur.
Daha sonraları uzun bir süre Osmanlı minyatür sanatı üzerinde de Selçuklu ve İran etkisi devam etmiştir. Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levni, Osmanlı döneminin en ünlü sanatçılarındandır. Burada Levni ile ilgili bir parantez açmak ve onun Türk minyatür sanatı açısından bir dönüm noktası olduğundan söz etmek gerekir. Levni ile birlikte geleneksel anlayış kalıplarının kırıldığı ve kendine özgü bir biçimin ortaya çıktığı söylenebilir.
Günümüzde genel kanı, çağdaş resim sanatının minyatür üzerinde egemenlik kurduğu yönündedir. Ancak bununla birlikte minyatür sanatı, hem batıda hem de ülkemizde varlığını sürdürmekte, bazı üniversite ve diğer eğitim kurumlarında geleneksel el sanatları adı altında öğretimi de yapılmaktadır. Bugün Türkiye’de bu sanat dalının geldiği noktada, Prof.Dr. Süheyl Ünver hocanın adını anmamak ve aradaki birkaç yüzyıllık boşluğa rağmen yeniden bugünkü seviyesine taşınmasındaki çabasını ve emeğini görmemek olmaz. Yine son yıllarda bu alanda emek veren Günseli Kato, Nusret Çolpan ve Taner Alakuş çalışmaları ve eserleri ile sanatın bu özel dalına katkılarını sürdürmektedir.
Son yıllarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İsmek Kurslarının branşları arasına Minyatür seçeneğini de ekleyerek bu sanat dalının gelişimine önemli bir katkı yapma yolunda ilerlemektedir.